Alışamayan tek kişi bendim.
Hangi yazdı hatırlamıyorum. Hatta yaz mıydı bilmiyorum. Ama havada temmuz
boğuculuğu vardı. Bir yanımızda yol, diğer yanımızda havaalanı. Piknik
yapıyorduk. Havaalanının lokalinde. Uzun, dar bir alandı. Futbol oynuyorduk.
Otlar bacaklarıma dadanıyordu. Şortu tercih etmeme pişmandım. Orada bulunmak
garipti. Daha iyisini beklemiştim. Mutluluk umarken, gerginlik bulmuştum. Sanki
bir yakınım sırtımdan bıçaklamıştı beni. Çocuktum. Piknik masalarında Kaan’ın
ailesi ve diğer aileler piknik yapıyordu. Kaan benim en yakın arkadaşım,
büyüğüm ve akrabamdı. Onlar buraya defalarca gelmişti. Fakat ben, üzerimizden
kalkan uçakların gürültüsüne, topun yola kaçma ihtimaline, ısırgan otlarına bir
türlü alışamamıştım. Bunlardı beni tedirgin eden. Maça konsantre olamıyordum.
Belki şimdi düşününce öyle geliyor. Yoksa ben futbolu hep sevdim. Kaleciydim.
Çevik bir çocuktum. Bir de benden büyük ama zihinsel engelli, tekerlekli
sandalyede oturan bir çocuk vardı. Her uçak kalktığında “bu uçak nereye
gidiyor?” diye soruyordu. Yanıt ve tepki daima aynıydı “Ankara’ya” “Hee!”. Çocuk
neden bütün uçakların Ankara’ya gitmesine bu kadar mutlu oluyordu? Veya çocuk,
bütün uçakların bir yere gitmesine neden bu kadar takılmıştı? Korktum o
çocuktan. Hiçbir engelliye o kadar yaklaşmamıştım hayatımda. Veya sadece
yanımdan geçip gitmişlerdi. Şimdi, civarımda bir engelli vardı. Gülümsüyordu.
Dakikada bir geçen uçaklara bakıyordu kafasını kaldırıp. Yine gülümsüyordu. Maçı
kazanmıştık. Adapte olmam gereken o denli şey olmasına rağmen, o gün nasıl oldu
da huysuzlanmadım bilmiyorum. Belki dönerken, o çok sevdiğim “coupe” arabalara
bindiğimizden…
Sonra ne oldu
hatırlamıyorum. Muhtemelen ben Kaanlarda kaldım. Dövüşçülerle oynadık. Babamın
ona yurtdışından getirdiği model arabalara hasetle bakardım. Sapasağlamlardı.
Benimkileri annemin arkadaşlarının çocukları nereye saklarsam saklayayım bulup
kırarlardı. Ben oyuncaklarımı kırmazdım. Kaanların evindeki koridor bana öyle
uzun gelirdi ki, odasından salona giderken içim daralırdı. Ben salona gidene
dek salonda çok kötü şeyler olacakmış gibi hissederdim.. O uzun
koridorda sıkışıp kalacağım.. Evlerinin yanından tren yolu geçiyordu. Arada
yol olmasına rağmen, belki yankı yaptığı için, belki yine bana öyle geliyor;
çok gürültülü geçerdi o trenler. Küçükken, başkalarının evlerindekiler,
eşyalar, ritüeller çok garip gelirdi. Geç olunca sorarlardı “Kalacak mısın
burada? Annenlere haber verelim kal.” Bu soru beni düşündürürdü. Annemi
özlerdim. Oyuncaklarımı. Onları hala özlerim. Onlar eskide kaldı. Aslında hep “kalmaya”
giderdim. Lakin yaşımın ufaklığından, ne olur-ne olmaz bu suale maruz kalırdım.
Birçok şeye alışamadım. Hâlâ. Neden bilmem. Sonra o zihinsel engelli çocukla
taşıdığımız benzerlikler geldi aklıma. Şimdi, benim için de her uçak; ilk
uçaktır gördüğüm.. Nereye gittiklerini hep merak ederim.. Gözlüklüyüm onun gibi.
Ufacık şeylere gülüyorum. Genellikle oturuyorum. Birileri yanımda bir şeyler
yapıyor, ben duruyorum. Yalnızca izliyorum. Ben yük olduğumu hissediyorum.
Aileme, arkadaşlarıma, hayat arkadaşıma, köpeğime. Belki o da hissediyordur…
Kim bilir?
O zaman, alışamayan tek kişi
bendim. Dün de öyle. Bugün hep evdeydim. Sanırım hâlâ o alışamayan benim.
Alışmadığından tutunamayan. Neyse işte… Neyse bir adam. Öyle işte…