Taksim’de buluştuk, Nevizade’de içiyoruz. Ben de adi bir
bulaşık süngeri kadar içebiliyorum en azından o zamanlar… Dört kişiyiz, dandik
bir mekanın en üst katındayız. Galiba üç tane biraver götürdük. Hem hızlı
gidiyoruz hem hava sıcak. Son biraverde sağlamından serildik.
Nereden geldi bilmiyorum konu, Cem başladı. “Abi B,
bulsana oğlum arasana şeyi, ayarlasın bize gidelim ya.” Bu pezevenk
pezevenkliği mesleği, o an üzerime nereden yapıştı bilmiyorum. Önce sabırla “Olmaz”
dedim, birazdan ayılır diye. Sonra oturduğumuz masadaki yastıkları tek tek
aşağı-boşluğa bir yerlere fırlatan Talha da konuya dahil oldu. “Abi gidelim
gidelim…”
Kurtulamayacaktım. “Tamam lan Zürafa Sokak’a gidelim.
Yerini biliyorum.” Aslında yerini tam bilmiyordum da, Ferhan Şensoy’un
otobiyografilerinden biri; Kalemimin Sapını Gülle Donattım kitabından
kestiriyordum.
Bunlar konuya odaklanınca tabi kimse içmeye devam etmedi.
Hesabı ödeyip kalktık. Galata’ya dek geldik. Belki ayılırlar da akılları
başlarına gelir diye, “Bir kahve içelim şurada” dedim. Kulenin yanında bir yere
çöktük. Cem yarı ayıldı. Talha hala sarhoş... Anıl zaten baştan beri tedirgin,
her zamanki hali…
Elektrikçilerin filan olduğu sokağa geldik, bir dükkâna
girip yeri sordu Cem. “Bilmiyorum” dedi adam. Cem çıkışta yapıştırdı tabi
okkalıyı. Başka bir esnaf tarif etti. Başladık dar ara sokaktan aşağı yürümeye.
Kapının önüne geldik. Cezaevi kapısı misali demir bir kapı, arkasında polis
var, içeri eşya sokmak yasak. Cem’in kafası artık adrenalinden midir, yerine geldi.
“Ben girmem” dedi. Ben de girmeyecektim zaten. “İyi" dedim, "Biz bekleyelim.
Bunlar girsin biz eşyalarını da alırız hem, emanetçiye bırakmamış oluruz.”
Talha ve Anıl eşyalarını verdi bize. Telefonları da
bizdeydi, bu yüzden çıktıklarında orada olmamız gerekiyordu. Anıl’ın “Abi bunu
kaydetmezler dimi içeri girdiğimizi? Sonra rezil oluruz.” Benzeri sonsuz
soruları eşliğinde kimlik kontrolü yaptırıp sokağa daldılar. “Bir bakıp”
çıkacaklardı, fuhuş edeceklerse çıkıp bize haber vereceklerdi.
Bekliyorduk. Cem, “Ben girmem abi, şuraya bak” diyordu,
her şeyi kendisi başlatmamış gibi. 2-3 dakika sonra çıktılar. Anıl heyecanla
nefes-alıp veriyordu. Cem hemen başlattı sağanağı “Nasıl abi? Güzel karılar var
mı? Temiz mi?”
“Oğlum karılar çok çirkin ya, ama bir tane gözüme
kestirdim.” Talha idi güvercinimiz. “B. gel lan biz de girelim. Oğlum yapmayız
lan bir görelim. Belki öykülerinde, şiirlerinde filan kullanırsın ileride lan,
gözlem yap” Cem başladı ısrara. Kısa bir ısrar sürecinin ardından eşyalarımızı
bıraktık Talha ve travmanın halen etkisinde olan Anıl’a.
Kimlik kontrolü. Sokak. Zürafa’nın içeri doğru kıvrılan,
açık bir “V” gibi yapısı var, yanlış hatırlamıyorsam. Yani başından bakınca,
genelev-ler gözükmüyor. V’nin ortasına gelince başlıyor her şey. Ve ortada, ilk
gördüğümüz, jartiyerli, en azından 55 yaşında bir kadın oldu. Dikiş dikiyordu,
yakın gözlükleri vardı. Bu dükkân-genelevden sonra, sokağın ortasında, sağda
bir büfe vardı sürüyle şey satılan. Onun devamında, devamında dediysem 2-3
metre arkasında, solda ise 2-3 dükkân ya da her neyse daha. Asıl kalabalık olan
yer burası idi. Jartiyerli kadın doluydu her yer. Tabi ayık Cem ve ben mülayim,
yabani tipler olarak belden yukarıya baktık, hatta doğrudan kafamızı önümüze ve
yere çevirdik. Bu utançla yere bakarak, hiçbir açık dükkan olmayan yere,
sokağın çıkmazına geldik, bunu fark eden bir kadın laf attı bana “Yere bakma
genç, toprak çeker.” Sokağın sonunu fark edip nizami bir şekilde ters yöne
döndük. Tekrar önlerinden geçecektik yani. “Gençler gençler…” talibimiz epey
vardı. “Grup yapalım mı gençler” dedi biri hatta. “Yok ya, biz onun için
gelmedik” diye bir şeyler eveledi Cem. Bunu ileride gülerek anlatacaktı daima “Neye
geldik sanki elektrikçi miyiz?!”
Sokaktan çıktık. “Abi iğrenç ya içerisi” Cem iyice
ayılmıştı. “Ben yapıcam lan.” Diyordu Talha lakin parası yoktu. Benden 100 Lira
aldı. “Zaten 35 Lira vizite, ben sana en az 50’sini getiririm oğlum. Borç lan,
veririm sonra geri kalanı da.”
Biz tekrar eşyaları aldık ve beklemeye başladık. Yine
Anıl ve Talha içeri girdi. Beş dakika sonra içtiğimiz biraların artıkları,
vücudumuzdan çıkmak istedi. Tuvalet aşağıda, caddede vardı. Başladık Cem’le
yürümeye. Kısacık sokakta dört tane tinerci para istedi, yapıştı, koşar-adım
kurtulduk ve Bolulu Hasan Usta’dan 50 kuruşa bir su alıp tuvaletini kullandık.
Artık oradan geri dönemezdik çünkü bu sefer kesin soyulurduk. “Ne yapsak, ne
yapsak…” “Hemen şu caddeden taksi tutup, üstten taraftan ulaşalım sokağa” demek
ki pek de ayılamamıştık. Taksiye bindik, acayip trafik vardı. Birkaç dakika
sonra telefonlardan biri çaldı “Neredesiniz amına koyayım ya. Salak mısınız
siz? Abi taksiye binmişler ya. Aptal mısınız abi!” Anıl arıyordu, bir esnafın
telefonunu kullanarak. Gidip durumu anlattık. Anıl korkunun bindirdiği saçma
sözlerine devam ediyordu. Talha ise kalan 65 Lira’nın hepsini bahşiş olarak
vermişti. Pezevenk pezevenkliği mesleğimden kurtulamamıştım. 100 Liram bir daha
geri gelmedi.