Gri güneşi sakladığı vakit, kanatlarını arkada kavuşturur;
zifiri dallarda kuşlar. Nasıl desem… Bir terasım var, üzerine ufak kare bir
masa ve rahatsız bir sandalyenin sığabileceği kadar. Evim arkaya bakıyor.
Pencerem duvara. Evin arkası ufak bir bahçe. Bahçenin bir tarafı pencerem, bir
tarafı garajın girişindeki yola bakan tel örgü, bir tarafı duvar, bir tarafı da
yandaki evin bahçesi (benim bahçemle neredeyse aynı). İki bahçenin arasında
ufak bir yürüyüş yolu var, apartmanın arka kapısıyla yukarıdaki, tüm evlerin
kullandığı ortak, koca alanı birbirine bağlıyor. İşte o yukarıdan, benim evin
bahçesini iki büyük çam ağacı kapatıyor. Gökyüzünü görmem iklim ve iki ağacın
keyfine kalmış. Ben burada yaşıyorum. Bahçe ve yürüyüş yolunu, yan yatırdığım
plastik sandalyelerle ayırdım: Çit çekmek yasak. Köpeğim bahçede koşturuyor.
Kedimse bir keresinde üç gün eve gelmedi. Sonra bir daha çıkmadı dışarı. Yağmur
yağıyor şimdi. Arada bir kağıdın soluna ve sağ baldırıma düşüyor. Bir nefes
çekiyorum. Saldığım dumandan içimdekiler çıkmıyor. Çekebildiğim kadar güçlü bir
nefes daha çekiyorum. Olmuyor.