22 Oca 2013

Sobe ve Sızıntı


Yum.. 15-14-13-12... 0! Önüm-arkam, sağım-solum... Sobe!

Bakırköy’deki odam. Bir yatak, bir komodin (doğru yazılışı bu), koca bir gardırop... Bir ünlünün eski eşinin düşen çocuğuna ait eşyalar… Gardırobun üzerinde, babamın Amerika’dan getirdiği ayıcıklar asılı. Pencereye boyum yetişmiyor. Yalnızca gökyüzünü görüyorum. Pervaza konan kuşları. Oyuncaklar bazen odamda, bazen oturma odasında dağınık duruyor. Yerler halıser. Hava kararınca odam çocuk odasına benzemiyor. Babam salondaki masada çalışıyor. Sayıları soruyorum, harfleri. Matematiği öğretiyor, dört işlemi. Okumaya dair sorunca geçiştiriyor. Sonraları söylüyor, okuma bilerek okula gidersem dikkatimin dağılacağını düşünüyormuş. Matematiği çok seviyorum. Eksili-artılı sayılarla da işlem yapıyorum. Hatta birinci sınıfta öğretmene onları ne zaman yapacağımızı soruyorum, “yedinci sınıfta” diyor. Yedinci sınıfa çok var. Derslerim beşinci sınıfa kadar çok iyi. Sınıf birincisiyim. Hatta okulda tüm sınıflara uygulanan genel sınavda tam puan alıyorum dördüncü sınıfta. Öğretmen en hızlı problem çözene ödül veriyor. Çözüyorum. Soruyu yazarken çözüyorum. Hiçbirinde öğretmenin verdiği formülü uygulamıyorum. “Bir de senin yaptığın gibi çözelim” deyip, onu da anlatıyor tahtada. Sonra tüm bu okul ve dersler ve hayat ve her şeye dair; o güzel ve muntazam ana caddeden, arka sokaklara, arka sokaklara, arka sokaklara nasıl daldım-gittim bilmiyorum. Bu güzellemeleri yaparken çekinmiyorum. Çünkü o başarılar bana değil, yakından tanıdığım bir çocuğa ait gibi şimdi. Üniversite sınavındaki tüm problemleri yine formül olmadan çözmem dışında bunların bir izdüşümünü görmedim galiba.

Matematik sorularından sonra babam beni yatmaya yolluyor. Saat geç oluyor çünkü. Annemi çağırıyorum, yanıma yatması ya da masal okuması için. Yanıma yatınca sohbet ediyoruz. Masalları da yanıma yatıp okuyor. Kitap fuarından aldığımız cilt cilt masal kitapları. Bazı sevdiklerimi birkaç kez okutuyorum. Bir yandan da, o sırada okuduğu yere parmağını koymasını istiyorum annemin. Kitaplara kendi başıma bakarken nerenin neyi anlattığını bilmek için. Masal yoksa şiir okuyor annem. Nazım okuyor. Nazım’ın hayatını okuyor. Şiirlerin ne anlattığını dize dize tartışıyoruz. Nazım’ın sevdiği kadınları hayal ediyorum. Savaş çok var, içinde çatışma olan her şey, benim için “savaş” o zamanlar.

Annem hep benden önce uyuyor. Arada “uyuma” deyip uyandırıyorum, lakin yine çabucak uyuyor. Bazen ben uyumadan uyumaya gidiyor. İçeride çalışan babamın çıkardığı seslerden ne yaptığını anlamaya çalışıyorum. Sessizliklerde hayal kuruyorum. Kendime dair, kendi hayatıma dair… Uyanınca oynayacağım oyunları düşünüyorum, aşık olduğum kişileri sıralıyorum kendi içimde. Pek şıpsevdiyim, 15-16 kişilik listeler yapabiliyorum. 13-14 tanesi ünlülerden oluşuyor. Zaten bir karım ve iki çocuğum var ayıcıklardan. Hülya Avşar ile evliyim. Kızımın adı Gül. Oğlumun adını hatırlamıyorum. Hep kız çocuk istiyorum. Bir gün, bu hayali ilişkiden utanmaya başladığımda “onlar öldü” diyorum akrabalarıma: “Trafik kazası”. 

           Uyanınca özgür olacağımı hissediyorum. O saatte oyun oynayamam, kalkamam. Uyumayı sevmiyorum. Annem benden önce uyuyor hep. Babamı bekliyorum. Işığın kapanma sesini. Çakmak sesi duyuyorum, sürahiden bardağa akan suyu duyuyorum, kalemin kağıt üzerindeki yolculuğunu duyuyorum, sandalye gıcırtısını duyuyorum… Babamı bekliyorum çünkü bazen kanyak içiyor, bazen çok sigara içiyor, bazen çok şey yazıyor ve merak ediyorum. O uyumadan kendimi güvende hissedemiyorum.

Bütün bu uyku düzensizliği o günlerde başlıyor: bildim bileli düzensiz uyuyorum. Hiç normal saatlerde uyuduğumu hatırlamıyorum.

Gelecekte, şimdiye göre geçmişte; uyku düzensizliğim başka açılımlarla birleşiyor. Hiç uyuyamıyorum. Yine babamı bekliyorum. Babam evde olmadığında evi bekliyorum. Çünkü babam bazen yatınca annemle konuşup kavga ediyor. Sonra sabahı bekliyorum. Çünkü annemle babam en çok sabahları kavga ediyor. Aşıksam, aşık olduğum kişinin uyumasını bekliyorum. Arada birkaç saat uyuduğum oluyor. Ya da derslerde uyuyorum. Bildiğim tüm dünyanın uyumasını bekliyorum. Çünkü tüm dünya uyumadan hep bir şeyler olacakmış gibi hissediyorum. Güvende hissetmek istiyorum. Okuldan gelince babam gelene kadar uyuyorum. Belki de “babamı bile koruma” güdüsü bir süre sonra “babamdan korunmak” güdüsüne dönüşüyor. Bunu şimdi de bilmiyorum.

İlaçlar alıyorum. İlaç almak psikolojimi bozuyor. Çünkü istemsiz olarak uyuduğumda, “güven” veya “koruma” işte adı her ne ise onu kontrol edemiyorum, yitiriyorum. Bu beni uyuyamamaktan fazla rahatsız ediyor. Uykusuz kaldığımda da yorgunluktan sürekli psikolojim bozuluyor. Halüsinasyonlar görüyorum. Böyle bir kısır-döngüye saplanıyorum. Hatta bir dönem antidepresanların beni alıkoymasına göz yumuyorum. Zira, bir süre sonra istediğim kadar düşünemediğimi, düşünce akışımın ilerleyemediğini fark ediyorum. Aptallaşmamdan kimseye zarar gelmeyeceğini düşünüyorum. Sonra antidepresanları bıraktığımda, zihnimin eski haline dönebilmesini istiyorum. Bu kafama çok takılıyor. “Tekrar düşünebiliyorum ama bir dönem düşünemedim. Düşünemediğim dönemde acaba neleri düşünemedim. Eski halime nasıl ulaşacağım? Aradaki düşünemeyen yabancı kimdi? Şimdi ben kimim?” Soruları yaşamsal fonksiyonlarımı dahi etkiliyor. Kalbim çarpıyor, kolum uyuşuyor, terliyorum, düşünemiyorum… Psikiyatrist buna “derealizasyon” diyor.

Her şey normale dönüyor sonra. Puslu evrelerin ardından. Değişmeyen tek şey uyku düzensizliğim. Güneşi görmeden, herkes uyumadan, zihnimi arındırmadan uyuyamıyorum. Hâlâ. Bunu sorgulamıyorum artık. Sorgulamak hoşuma gitmiyor. Kendimi böyle kabul ediyorum. Sadece sevdiceğimin yanındayken tüm bunlar kafamı kurcalamadan uyuyabiliyorum. Önce hep ben uyuyorum, onun yanındayken. Bir yatak, iki komodin ve bir gardıroplu odam. Komodinlerin üzerinde sevgilimin aldığı oyuncaklar var. Yattığım yerden yalnızca gökyüzü görünüyor. Ve kuşlar…

-Sızıntı-

Bir de cümbüş var işte
Hüzünlü yanılgılarımdan
Sigaramı çıkardığım
Cebimin yamuk dikişleri gibi
Kalbimin üzerindeki

Hava kapalı
Yağmur var yağmur
Üşümesin sakla ellerini
Gıcırdamayan sandalyesinde Tanrı
Pamuk kokuyor nasıl
Üzerime senden talanlar dokuyor

Görsen toz içinde tavan arası
İnsanın gözleri doluyor
Sandıklarda
Kalbimin eski filmleri duruyor
Karanlıkta bakıyorum
Işıkta bozulurmuş
Bak şimdi köşeye sızmış
Ben karanlık
Sen karanlık