Muhtemelen doğudan doğuyor güneş. Karşıdaki binaların
harcına biraz daha beton katıyor sanki. Ağaçlar, onlardan daha gerçek
gözüküyor: Biraz ıslak ve bütün ailenin sorumluluğunu almış gibi tereddütlü
lakin belli etmemeye çalışan..
Soğuk. Almanya’nın kör balta soğuğuna benziyor, öyle de
kokuyor epey. Orada, çok mazgallı arka sokağa bakarken, aklıma bu şehir
gelmişti oysa. Kulis kokmuştu. AKM’nin en üst katından boğaza ve tam da
tanımsız olduğundan bir İstanbul Sokağı olan, basbayağı İstanbul olan o eğimli
sokağın kokusu gelmişti burnuma. Belki hepsi, önümdeki binaların çatılarını
görmenin küstah çağrışımlarıydı. Göçebe-pastoral-bohem bir havaydı topu topu.
Değişikti fakat olmak istediğim yere çok yakındı.
Ardından dışarı üflediğim sigaranın üzerine bir damla
düştü, birkaç saniye sonra da oda servisi kapıyı çaldı. Ya da, sahne sıramız
gelmişti. İkisinde de tuhaf birer sıkıntı mevcuttu. Seyircilerin önüne yahut
kapıya doğru yürüdüm. Ve otelin dönen kapısından caddeye çıktığımda veya artık
müzik başladığında, kendimi bıraktım. Gibi bu sabah.
Geçici birer tutkuydu hepsi alt tarafı. Hayat misali.
Mumların üflendiği an -artık lütfen daha fazla büyümemeyi- dileten. Kazık
çaksan bir filden hallice ömür dediğin. O döner kapının rüzgarı mıdır, dışarı
çıktığın an yüzüne vuran kör balta mı ateş direğini seyrelten. Üfledikçe daha
çok koyarlar üzerine, üfledikçe koyar insana. Halbuki fillerin hafızası çok
daha iyi. Yani ne denli acılara rağmen bekleme yapmıyor yaşam..
İşte bu sabah, o zamanlar kokuyor. Muhtemelen yıllar
sonra yine bu sabah kokacak hangi vakti günün. Biraz Münih, bariz İstanbul
kokacak. Üzerine tarçın, Hindistan cevizi, fındık filan serpiştirecekler belki.
Gerçi sevmem mamafih geri gönderecek değilim. Mesela şimdi Emirgan’a çok yakın
bir yerde kör bir dilenci sayıklıyor. Bir bardağın fincana dokunuşu işitiliyor.
Biri ısınıyor, biri ürperiyor. Eric Moussambani boğazı kulaçlıyor hızla ve
gökkuşağının üzerine resim yapıyor bir martı.
Hepsi, hepsi bu sabaha benziyor...