Bu uzun bir sorgudur. Sorgulayanın da, sorgulananın da
gerçeklik olgusundan uzaklaştığı; sorgulayanın da, sorgulananın da gerçeklik
olgusunu uzun zamandır sorguladığı bir sorgu.
Belki
de bu uzun bir sorgu değildir. Sorgulayanın da, sorgulananın da zaman kavramı
yitti. Ufak bir kısmı bilinen bir evren, evrende dünya isimli bir gezegen,
gezegende bu bina, binada bu oda, odadaki işi kişinin usu ve bu iki kişi; kendi
uslarının ne kadarını bildiklerini bilmiyor.
Her şey kâğıda yazılı birkaç soruyla başladı. Ya da her
şey, sorgulayanın soruları sormasıyla başladı. İkisi de tam olarak nerede başladığını
bilmiyor. Sorgulanan -bir süredir- yanıtları bilip-bilmediğini bilmiyor.
Sorgulayan bazen -belki hep, belki de hiç- karşısında gerçek birinin varlığını
doğrulayabilmek için sorguladığına bir güzel girişiyor.
Galiba her şey, mütemadiyen başa dönüyor: “Söyle!” “Neyi?”
“Sen o musun!” “Bilmiyorum.” “Yalan söyleme!” “Söylemiyorum anlamıyor musun?” “Her
şeyi itiraf edeceğini söylemiştin!” “Bunu söylediğimi hatırlamıyorum.”
Sorgulayanın sinirleri bozuluyor -belki de bozulmuyor- : “Neden?”
“Ne neden?” “Neden yaptın?” “Hiçbir şey hatırlamıyorum dedim ya. Biraz ara
verelim, bilmiyorum belki beni biraz dışarı çıkarmalısın. Bu şekilde
hatırlayamam.” “Çıkardım ya, yeni geldik.” “Öyle mi?” “Evet. Yeter artık! Seni
vururum!” “Tabancanın kurusıkı olduğunu söylememiş miydin?”
Sorgulayan bunu hatırlamıyor. Anlık bir aydınlanma,
mucize, uyanma umuduyla kafasını kaldırıp duvarı görüyor. Duvarda kurşun izleri
var. “Bunu bana daha önce de söylemişsin. Duvarda kurşun izleri var.”
Sorgulananın çenesini tutup duvarı gösteriyor. “Hatırlamıyorum.” “Madem öyle,
tekrar göstereyim.” Sorgulayan, kemerinden çektiği tabancasının emniyetini
indirip tetiği çekiyor.
-Tık. -Tık. -Tık. Sayısızca deniyor. Silah boş.
“Saat kaç?” diye soruyor sorgulanan, bir süre sonra. “02:53.”
“Saatim bozuk dememiş miydin?” “Hayır bak, çalışıyor.” “Onu demiyorum. Birkaç
dakika geri miydi, ileri miydi, arada takılıyor muydu…” Sorgulayan -galiba- düşünüyor.
“Bilmiyorum.” Her bozuk saat günde iki kez doğruyu göstermiyor.
“Beni neden sorguluyorsun?” “Sorgulamam gerekiyor.” “Diyelim
ki sorularını yanıtladım; ne olacak?” “Doğru söyleyip-söylemediğini kontrol
etmem gerekir.” “Bunu nereden anlayacaksın?” “Eee…” “Bir dakika bir dakika.
Seni ben sorgulamıyor muydum?” “Ne?” “Sorgulayan bendim!” “Yine başlama şu
yalanlarına. Otur yerine!” “Asıl sen yine üste çıkmaya çalışma! Sorgulayan
bendim!”