28 Şub 2014

Balina

            Öyleyim yine. Tezer var, Kaan var, Nilgün var, Zafer var. Gerisini göresim yok. “Merhaba-merhaba”. Oğuz var, onu arada bir görmek daha iyi.

            Yazmak kusmak gibi. Tutsaklık var, özgürlük ve kaçmak.  Galiba hep bunlardan bahsediyorum. Çünkü o kadar da zor değil özgür olmak. Bir sözcüğe bakıyor daima. Kısa sözcükler. Dağarcığa çabuk yerleşen sözcükler. O sözcükleri köpeğim dahi biliyor. “Gel”, “Dur”.

            Pavese var, Plath var.

            Ben bu filmi izlemiştim. Üstelik beğenmemiştim. Kanalı değiştirebiliyor muyum? Filmi kapatabiliyor muyum? Tüketmekle alakası var mı bunun? Sanmıyorum. Balinalara sordum.

            Aslında balinalar intihar etmiyormuş, yön duyguları yitiyormuş. Öyle diyor bilim insanları. İntihar etmek bu.

            Bir yere kapatmışlar beni. Duvarı yumrukluyorum. Çay kaşığıyla oyuyorum. Kar etmiyor. Çakmak çakıyorum. İs kaplıyor. Çöküyorum dibine duvarın. Ağlıyorum. Benim için yazmak bu, yaşamak bu.

            Bir makinayım. Solunum cihazı… İzliyorum bitkisel hayattaki beni. Konuşmuyorum onunla. Beni duyduğuna inanmıyorum. Eli çok soğuk. Tutamıyorum.

            Belki yıllar geçer aradan. Biri sorar, “Yahu sen neden yaşayamadın?” Ne derim bilmiyorum. Kaçırırım gözlerimi. Kalkıp gitmek isterim. Dönemem, ben böyleyim.

            Ufak bir kasaba düşledim hep. İçinden geçen nehre saatlerce baktığım köprülerinden. Kağıt oynarken, batan güneşten kaçamadığım. Havası “bisikletlik” mütemadiyen. Top sahasında kimsenin olmadığı… Bulamam orayı. Bulamam. Yitirdim yön duygularımı.

9 Şub 2014

Daha

                Şanslıysak, haftada iki gün yaşayabilen insanlarız. Fazlasıyla hazin bu. Başka bir kurulu bir düzende, başka bir gezegende yazılmış bir distopyanın abartılı bir detayı.

Bizim yazdığımız distopyaların içinde, bize gülen insanlar var. Biz de onlara gülüyoruz.

Hayvanların çoğu gülebiliyor. Geçen gün aklıma geldi bu... Hayvanların çoğu ağlayabiliyor (Galiba büyük ölçüde memelileri kastediyorum). Bir güdü mü bu? Sonradan mı öğreniliyor? Zavallılığına gülebilen hayvan var mı insandan başka? Gülmek yalnızca komik durumlara ve mutluluğa mahsussa biz neye gülebiliyoruz? Nasıl?

En kötüsü de distopyalara gülebilmek herhalde. Bu haldeyken… Bunu düşündüm. Hayvan Çiftliği’ne çok gülmüştüm ben okurken.

İnsan bir sosyal hayvandır. Felsefenin kuruluşundan beri var olan suallerdendir: “İnsan sosyal bir varlık (sürü hayvanı) olduğu için mi toplumda yaşar? Yoksa çeşitli zorunluluklar (güvenlik vs.) mı insanı toplumsal yaşama itmiştir?”

İnsanın bizzat, aktif olarak yer alması gereken bir düzen içindeyiz. İnsan durduğunda yıkılacak bir düzen… Lakin kayda değmez bir azınlık dursa da, diğerleri durmuyor. Durabilmek, şansa yahut oyunun bölümlerini diğerlerinden önce bitirmeye yahut oyunun hilesini bulmaya bağlı; yani şansa… En azından kayda değer bir azınlık durmuyorsa, yapması gereken öz-sorguyu korkaklığından ötürü sistemi icra ederken yapıyorsa insan; bir sürü hayvanıdır. Üstelik sonsuz bir koşu bu, hamster misali. Çünkü hep daha iyisi var; ulaşılamayan bir nokta.

Kişiselliği, daha iyiyi ve umudu doruk noktasına koyan bir sürü sistemi bu. Daha iyisi İskandinavya’da, daha kişiseli ABD’de, daha umutlusu ABD’de. İçindeki, dışındaki herkese dokunabildiği için, tüm gezegeni ortak paydada buluşturan zavallı bir sözcüğü var bir de bu sistemin: Daha.

Belki de “daha”, yalnızca bir güdüdür. Nasıl ki develer fazla su depolar hörgüçlerine, su bulamazlar diye. Belki de cüssesine göre güçsüz olduğu için övünüyordur insan kendisiyle. Kendisini güçlü görebilmek için… İnsanlığın daima iyiye gittiği, geliştiği de bunun safsatasıdır. İki “kıçı kırık” teknolojiyle “uygarlaşan” insan bu yüzdendir…

“Onlar hala x mi ya?” diye küçümsenen ütopya Küba da değil bahsettiğim. Ortalama insan ömrünün en uzun olduğu ülkelerden biri Küba. En sağlıklı ülkelerden… O da şu durumda distopyanın ufak bir parçası yalnızca (Komünist bir “ülke”nin var olmayacağını anlatmaya çalışmak da zor şeydir).

Ömrü uzatabilmek, ölümü ertelemenin bir manası olabilir, içinde “daha” olmayan bir sistemde. İnsanlığın, uygarlığın “daha” iyiye ulaşabilmesi, sistemden “daha” sözcüğünün kalkmasına bağlıdır. Ayrıca halihazırda, sistemde, insan eğer “ilkel” yaşamıyorsa, kişiselleştikçe toplumsallaşır. Çünkü kişiselliğiyle topluma mal olmakta, yani ne denli sistem dışı olursa olsun, kişiselliği sistem tarafından emilmektedir.

Bunun sonucunda, biraz soyut birkaç soru çıkagelmektedir: İnsan paradoksal mıdır, diyalektiksel mi? Yoksa bu sistemin oluşumu bir tesadüf müdür? Tesadüf nedir?

Bir de tanrının varlığını kanıtlamaya çalışanlar teologlar var, “bakın insanın var olması x milyarda birlik bir tesadüfe bağlıdır” diyerek, insanın tesadüfen var olabileceğini söyleyerek tanrı teorisini yerle bir eden, onlara da değinirim belki bir ara, yazıdan bağımsız olarak aklıma geldi…


Aslında güzel bir Pazar günümü anlatacaktım, konu saptı. Anlatırım sonra…