Şanslıysak,
haftada iki gün yaşayabilen insanlarız. Fazlasıyla hazin bu. Başka bir kurulu
bir düzende, başka bir gezegende yazılmış bir distopyanın abartılı bir detayı.
Bizim yazdığımız distopyaların
içinde, bize gülen insanlar var. Biz de onlara gülüyoruz.
Hayvanların çoğu gülebiliyor.
Geçen gün aklıma geldi bu... Hayvanların çoğu ağlayabiliyor (Galiba büyük
ölçüde memelileri kastediyorum). Bir güdü mü bu? Sonradan mı öğreniliyor? Zavallılığına
gülebilen hayvan var mı insandan başka? Gülmek yalnızca komik durumlara ve
mutluluğa mahsussa biz neye gülebiliyoruz? Nasıl?
En kötüsü de distopyalara
gülebilmek herhalde. Bu haldeyken… Bunu düşündüm. Hayvan Çiftliği’ne çok
gülmüştüm ben okurken.
İnsan bir sosyal hayvandır.
Felsefenin kuruluşundan beri var olan suallerdendir: “İnsan sosyal bir varlık
(sürü hayvanı) olduğu için mi toplumda yaşar? Yoksa çeşitli zorunluluklar
(güvenlik vs.) mı insanı toplumsal yaşama itmiştir?”
İnsanın bizzat, aktif olarak
yer alması gereken bir düzen içindeyiz. İnsan durduğunda yıkılacak bir düzen…
Lakin kayda değmez bir azınlık dursa da, diğerleri durmuyor. Durabilmek, şansa
yahut oyunun bölümlerini diğerlerinden önce bitirmeye yahut oyunun hilesini
bulmaya bağlı; yani şansa… En azından kayda değer bir azınlık durmuyorsa, yapması
gereken öz-sorguyu korkaklığından ötürü sistemi icra ederken yapıyorsa insan;
bir sürü hayvanıdır. Üstelik sonsuz bir koşu bu, hamster misali. Çünkü hep daha
iyisi var; ulaşılamayan bir nokta.
Kişiselliği, daha iyiyi ve
umudu doruk noktasına koyan bir sürü sistemi bu. Daha iyisi İskandinavya’da,
daha kişiseli ABD’de, daha umutlusu ABD’de. İçindeki, dışındaki herkese
dokunabildiği için, tüm gezegeni ortak paydada buluşturan zavallı bir sözcüğü
var bir de bu sistemin: Daha.
Belki de “daha”, yalnızca bir
güdüdür. Nasıl ki develer fazla su depolar hörgüçlerine, su bulamazlar diye.
Belki de cüssesine göre güçsüz olduğu için övünüyordur insan kendisiyle.
Kendisini güçlü görebilmek için… İnsanlığın daima iyiye gittiği, geliştiği de
bunun safsatasıdır. İki “kıçı kırık” teknolojiyle “uygarlaşan” insan bu
yüzdendir…
“Onlar hala x mi ya?” diye
küçümsenen ütopya Küba da değil bahsettiğim. Ortalama insan ömrünün en uzun
olduğu ülkelerden biri Küba. En sağlıklı ülkelerden… O da şu durumda distopyanın
ufak bir parçası yalnızca (Komünist bir “ülke”nin var olmayacağını anlatmaya
çalışmak da zor şeydir).
Ömrü uzatabilmek, ölümü
ertelemenin bir manası olabilir, içinde “daha” olmayan bir sistemde.
İnsanlığın, uygarlığın “daha” iyiye ulaşabilmesi, sistemden “daha” sözcüğünün
kalkmasına bağlıdır. Ayrıca halihazırda, sistemde, insan eğer “ilkel”
yaşamıyorsa, kişiselleştikçe toplumsallaşır. Çünkü kişiselliğiyle topluma mal
olmakta, yani ne denli sistem dışı olursa olsun, kişiselliği sistem tarafından
emilmektedir.
Bunun sonucunda, biraz soyut
birkaç soru çıkagelmektedir: İnsan paradoksal mıdır, diyalektiksel mi? Yoksa bu
sistemin oluşumu bir tesadüf müdür? Tesadüf nedir?
Bir de tanrının varlığını
kanıtlamaya çalışanlar teologlar var, “bakın insanın var olması x milyarda
birlik bir tesadüfe bağlıdır” diyerek, insanın tesadüfen var olabileceğini
söyleyerek tanrı teorisini yerle bir eden, onlara da değinirim belki bir ara,
yazıdan bağımsız olarak aklıma geldi…
Aslında güzel bir Pazar günümü
anlatacaktım, konu saptı. Anlatırım sonra…