10 Tem 2013

Filim-Kitap

İzledim bir şeyler. Todo Sobre Mi Madre harikaydı. Almodovar klasiği. Bütün diyaloglarda ve sahnelerde muhakkak ters köşeye yattım. Bir süre sonra “bu sefer”li bir çekişmeye dönüştü. Yine yattım. Büyük zevkle. “Keşke kamera icat edilmeyeydi de roman yazaydın Almodovar” diye bela okudum arkasından.

The Hurt Locker iyiydi. 6 heykelciği var. O yıl karşısında ne vardı da bunu kaçırdım bilmiyorum. Karşısındakini kendisinden daha çok merak ettim. Yine de ara sıra senaryo formatı halinde önümden geçti sahneler ve diyaloglar. Telvesi boldu biraz.

Confessions Of A Dangerous Mind. George Clooney’in bakış açısı pek güzeldi. Drew Barrymore’yi en çok bu filmde beğenmem benim kazmalığım olabilir. Julia Roberts’in defansa gelmemesi dengeleri bozdu biraz (Roberts tercihini beğenmedim demek oluyor bu, ben de şimdi öğrendim).

Traffic. Bunu da erteleye erteleye 13 yıl gelmişim… Sıradan sayılabilir. Kurgusu iyi. Sevdiğim sıradan filmler listem var içimde. Orada kendisine yer bulabilir. Sevdiğim sıradan filmleri bayağı seviyorum yalnız. Bir ara listesini mi yapsam!? Gone In 60 Seconds ve Shooter çok fena kafaya oynar listede. Lakin bazı oyuncuların yer aldığı filmleri hiçbir zaman sıradan listesine sokamam. Öyle de bir handikap var (Kate Winslet, Cameron Diaz, Al Pacino, Heath Ledger).

Usual Suspects. Bu zamana dek izlemedim! Ne iyi yapmışım hâlbuki. “Seven çok sever, sevmeyen…” Nefret ettim, üstüne bir de gereksiz duygu kullanımı yapıp kin duydum.

Albert Camus’un bir kitabını okudum, kitap yanımda olmadığı için adını hatırlayamıyorum. Bu da ödev yapmamaya bahane uydurur gibi oldu. Neyse, “1. Kişiden anlatım var” diyeceğim de ayırt edici olacak mı bilemedim. Pek hoştu. İsmini yazının altına iliştiririm bir ara. Hollanda’da yaşıyordu kahramanımız.

İki ayrı Italo Calvino kitabı okumaya çalıştım ve yine başaramadım.

Franny ve Zooey’i de bitirdim bu arada. Çok ağır okudum çünkü anlatılanı canlandırmak zevkliydi ve bitmesin istedim.

Erken Kaybedenler’e değindim.

Camus’un bir kitabını daha okumuştum. Tersi ve Yüzü. İlk kitabı. Bir sayfasını okurken uçtuğumu hissettim. Fotoğraf çekme aparatım olsa hemen paylaşacağım, yazarım olmazsa.

Bir şeyler daha vardı da aklıma gelmedi. Gelirse eklerim.

Karşı Duvara Karşı

            Ne kadar sıradan bir sahne… Sıcak hissedebildiğim bütün haritaya işlemiş, içeride sadece vantilatörün sesi var. Gözlerimi avuçlarımla ovuştururken burnum yufka gibi arada kalıyor. Sigara içimi bayıyor. İçimi bayması canımı sıkıyor, yine yakıyorum. Şarkı açmaya üşendiğimden bulduğum bir tam albümü dinliyorum. Tam albüm de neyse… Zaten yirmi üç dakika sonra başka bir albüm bulmak zorunda kalacağım. Muhtemelen ikinci şarkıda beğenmem, bu saatte müzik dinlemenin ne kötü bir fikir olduğunu düşünüp kapatırım.

            Bella ayağımı yastık olarak kullanıyor. Miki sıcakladıkça cama çıkıyor. Hava öyle boğucu ki bu gece dörtte koşmadı. Bir tur atıp vazgeçti yani… O da sanırım ışıktan rahatsız olduğundan televizyonun bulunduğu sehpanın altında yatıyor. Televizyon sehpası değil. Çünkü televizyonum olmasa da edinirdim onu. Beğenerek aldığım nadir eşyalardan. Almak “zorunda” olduğum eşyaların hiçbirini beğenmem alırken. İçinde bir dayatma var zira. Bu arada televizyonun bulunduğu sehpa zaten aslında dolap gibi bir şey. Ona bu kadar cümle ayıracağımı bilsem alırken bir kez daha düşünürdüm.

            Evdeki hiçbir eşya diğeriyle uyumlu değil sanırım. Hepsine bakınca farklı biçimde yabancılaşabiliyorum. Vantilatöre bakınca kadın kuaföründe hissediyorum mesela. Küçükken kendime oyun yaratmak için hiç heves veya nesne bulamadığım tek yer kadın kuaförüydü herhalde. Bütün o enteresan edevatları kullanıyorlardı, anneme bir şeyler yapıyorlardı, dinlenmesi gereken mühim meseleler konuşuluyordu, bunları duymamam gerektiğinde de yandaki pastaneden alınan çatal ve limonatayla kapının önünde oturup seyrek geçen arabalara, balkonlarda asılı duran çamaşırlara bakıyordum. Oyun oynayacak bir mecra da yoktu. Çatal dediğim yiyecek bu arada. Ona adını veren, bir süre sonra ağzınızı epey kurutması, limonatanızdan içince de boğazınıza çatal gibi batması. Yani bu benim tahminim. Çünkü ismi şekliyle alakalı olsaydı, ortasındaki boşluktan dolayı kaşık da denebilirdi. Aslında pek çok ismi olabilirmiş. Belki farklı yörelerde başka isimleri vardır. Mesela Malatya’da bundan böyle “boşlu” densin çatala. Malatya’da yemek isimleri müthiş bir düz mantıkla koyulur. İzmir’de de “Hatice” denebilir. Kadın ismi. Hatice kimdi ya? Geri çağırmaya uğraşırken gereksizlikler üstüme döküldü. Hatırlayamadım. Yok.

            Demirden bir hamakta yatıyorum. Bağladığım ağacın yaprakları dökülmüş. Üzerime düşünceler yağıyor. Dün böyle hissediyordum. Bugün, boynumda bir türlü gevşetemediğim kravatım var. Yarın? Turuncu geldi bana. Niyeyse.

            Albümün bitmesine bir buçuk dakika kalmış. Aman ne güzel. Gün birden ve on dakika öncesini evlatlıktan reddederek ağardı. Tıkandı, dinleniyor şimdi. Salinger’i çok seviyorum. Acayip sıkılgan bir adamdı bence. Romanlarında bakış açısını, olayları, detayları bu yüzden sürekli değiştiriyordu. Üç sene önce ölmüş bir adam için böyle atıp-tutmak da pek hoş oldu. Romancı insan da nasıl doksan bir sene yaşar anlamış değilim. Ömrüyle dahi şaşırtıyor diyeceğim ama romanlarını okurken pek şaşırdığımı hatırlamıyorum. Fal baksam şey derdim ona, “Dünyan çok güzel”.

            Salinger demişken, Erken Kaybedenler’in tadı damağımda kaldı. Okurken benzetmiştim Salinger’e. Sonra başka benzetenler de gördüm. Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı andırıyor. Zaten Salinger bitince damağa yapışır. Dilinle uğraş dur.


            Diğer okuyup-izlediklerime başka başlıkta değineyim. Kalabalık oldu. Gidelim artık. Diyeceğim o ki, neden kendi istediğim hayatı yaşayamıyorum? Böylesi çok yorucu…

5 Tem 2013

Erkenler

  " “Sen neden oynamıyorsun?” diye sordu.
   “Hafif bir sakatlık.”
   “Geçmiş olsun. Bisikletin var mı?”
   “Yok.”
   Ağbisinin dağ bisikleti varmış ama ona vermiyormuş.
“Üzülme Aycan,” dedim. “Dağlık bir bölgede yaşamıyoruz
zaten.”
   “Hiç komik değil.”
   “Beğenmiyorsan git başımdan,” diye bağırdım.
   “Niye bağırıyorsun ki?” diye sordu.
   “Özür dilerim. Kafam karışık.”
   “Orhan Kemal yüzünden mi?”
   “Hayır.”"

Erken Kaybedenler'den.