14 Nis 2013

Bir Cinayet, Bir Şarkı


            Hiçbir şeyin hayalini kurmuyorum. Yarınla ölüm birbirine yapışmış, ıslanmış. Yukarı da aşağı da tükürsem bok içindeyim. Pazartesi akşamları biraz daha çekilir, yine de… Hayatla, zamanla, günlerle aramdaki tek bağlantı pazartesi akşamı. İzlediğim tek dizi o gün çünkü. O günün pazartesi olduğunu biliyorum, sonraki günün salı, öncekinin pazar… Sonrası karışıyor; mütemadi. Csi: New York izliyorum. Bu adamlar cinayet çözüyor. Suça ve cinayete her daim ilgi duydum. Misal, Discovery’de bir zamanlar “Tıbbi Dedektifler” diye bir program vardı. Perşembe akşamları. Gerçek Kesit’i bol bol tüketmiş bünyeye pek hoş geliyordu. Lakin babam izlememe izin vermiyordu. Babam ortalama 3 günde 1 yurt dışındaydı. Yani ortalama 3 haftada 1 izliyordum. Tıbbi dedektifler gerçek olayları, canlandırmalarla anlatıyordu. Hummalı bir katil bulma çalışması mevcuttu. Bir bölümde kamyonetin birine cinayet mahallindeki fasulyemsi ağaçtan bir parça düşmüştü. Bir bölümde görgü tanığı (şuna görgü şahidi deyince sinirlenirim oynuyor) hipnozla, öylesine önünden geçen bir arabanın plakasını hatırlamıştı. Bir bölümde katil verandaya uzanan merdivenin altındaki pencereden girmişti içeri… Bölümde de en iyi dersim kriminoloji. Veya anayasadan aldığım idam konusuna dersten bağımsız olarak epey kafa yordum.

            Bu adamlar cinayet çözüyor, hem de New York’ta. Ben ölüyorum. İçimdeki New York ve dışımdaki İstanbul’da. İçimdeki New York, dışımdaki İstanbul, ben ve kendim birbirimize uzağız. Fazlasıyla. Evrenin köşelerini oluşturuyoruz. Evren sonsuz değilmiş. Bu tür bilgilerin hepsi içimi daraltır. Kapalı yerde kalma korkum vardı eskiden. Belki ondandır. Koltuğa oturduktan sonra televizyonu en çok ben çeviriyorum kendime doğru. Neden ısrarla başka açıya bakan televizyona bakar ki insan; yalnız başınaysa? Joey ne diyordu Friends’de “Evinde televizyon mu yok? Peki koltukların nereye bakıyor?” İçimin her tarafında sıkıntı var. Csi başlıyor. “Ders çalışsana. Ders çalıştın mı? Ders.” Ebeveynlerim yeni öğrenmiş gibi “ders” sözcüğünü sürekli cümle içinde kullanıyor. Kendimce dersten mühim dertlere sahibim. Çoğu kişi bundan dolayı pişman olacağımı düşünüyor, bir gün. Ders çalışmadığım anlar gelecekte başıma dert olacakmış. Pişman da olmadım, dert de olmadı. Dertler derslerden büyüktü, evet büyükmüş zaten. Bir doğruya yanlış gözüyle bakınca bütün seçenekler yanlış geliyor. “Soruyu iki kez okumayın, kafanız karışmasın.” Csi başlıyor. Arada annem meyve getiriyor. Midemdeki sıkıntı, canım sıkıntı sınırı, Mayıs Sıkıntısı. Çeşitlerimiz bol. Hep ağlıyorum. Atmacalar kanatlarını kaç kez çırpar bir saniyede? Ben daha hızlı ağlıyorum. Csi ekibi arkadaşlarım. Bitince televizyon izleme hakkım sona erecek. Bitmesin. Yavaşlayın, yavaşla, yavaşlasın. Yıllardır, insansız bir adada gözlerim bağlıymış ve birden suratımda bir tokat patlamış gibi... Bir şarkı patlıyor. Gözlerim doluyor. Yer çekimi olmasa gözyaşlarımda boğulacağım. Annem süt getiriyor. Belli etmiyorum. Dizi bitiyor. Süt hiçbir zaman uykumu getirmiyor. Odama çıkıyorum. Derhal buluyorum şarkıyı. Kulağımda şarkı, kendimi balkona atıyorum. Demirlere yaslanıp sigara yakıyorum. Ateş aydınlatıyor geceyi, beni pencerede görüyorum. Çözümsüz bir cinayet işlemişim. İlk sigaralarımın hemen-hepsini hatırlıyorum. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder