Hiçbir şeyin hayalini kurmuyorum. Yarınla ölüm birbirine
yapışmış, ıslanmış. Yukarı da aşağı da tükürsem bok içindeyim. Pazartesi
akşamları biraz daha çekilir, yine de… Hayatla, zamanla, günlerle aramdaki tek
bağlantı pazartesi akşamı. İzlediğim tek dizi o gün çünkü. O günün pazartesi
olduğunu biliyorum, sonraki günün salı, öncekinin pazar… Sonrası karışıyor;
mütemadi. Csi: New York izliyorum. Bu adamlar cinayet çözüyor. Suça ve cinayete
her daim ilgi duydum. Misal, Discovery’de
bir zamanlar “Tıbbi Dedektifler” diye bir program vardı. Perşembe akşamları.
Gerçek Kesit’i bol bol tüketmiş bünyeye pek hoş geliyordu. Lakin babam izlememe
izin vermiyordu. Babam ortalama 3 günde 1 yurt dışındaydı. Yani ortalama 3
haftada 1 izliyordum. Tıbbi dedektifler gerçek olayları, canlandırmalarla
anlatıyordu. Hummalı bir katil bulma çalışması mevcuttu. Bir bölümde kamyonetin
birine cinayet mahallindeki fasulyemsi ağaçtan bir parça düşmüştü. Bir bölümde
görgü tanığı (şuna görgü şahidi deyince sinirlenirim oynuyor) hipnozla,
öylesine önünden geçen bir arabanın plakasını hatırlamıştı. Bir bölümde katil
verandaya uzanan merdivenin altındaki pencereden girmişti içeri… Bölümde de en
iyi dersim kriminoloji. Veya anayasadan aldığım idam konusuna dersten bağımsız
olarak epey kafa yordum.
Bu adamlar cinayet çözüyor, hem de New York’ta. Ben
ölüyorum. İçimdeki New York ve dışımdaki İstanbul’da. İçimdeki New York,
dışımdaki İstanbul, ben ve kendim birbirimize uzağız. Fazlasıyla. Evrenin
köşelerini oluşturuyoruz. Evren sonsuz değilmiş. Bu tür bilgilerin hepsi içimi
daraltır. Kapalı yerde kalma korkum vardı eskiden. Belki ondandır. Koltuğa
oturduktan sonra televizyonu en çok ben çeviriyorum kendime doğru. Neden
ısrarla başka açıya bakan televizyona bakar ki insan; yalnız başınaysa? Joey ne
diyordu Friends’de “Evinde televizyon mu yok? Peki koltukların nereye bakıyor?”
İçimin her tarafında sıkıntı var. Csi başlıyor. “Ders çalışsana. Ders çalıştın
mı? Ders.” Ebeveynlerim yeni öğrenmiş gibi “ders” sözcüğünü sürekli cümle
içinde kullanıyor. Kendimce dersten mühim dertlere sahibim. Çoğu kişi bundan
dolayı pişman olacağımı düşünüyor, bir gün. Ders çalışmadığım anlar gelecekte
başıma dert olacakmış. Pişman da olmadım, dert de olmadı. Dertler derslerden
büyüktü, evet büyükmüş zaten. Bir doğruya yanlış gözüyle bakınca bütün
seçenekler yanlış geliyor. “Soruyu iki kez okumayın, kafanız karışmasın.” Csi
başlıyor. Arada annem meyve getiriyor. Midemdeki sıkıntı, canım sıkıntı sınırı, Mayıs Sıkıntısı. Çeşitlerimiz bol. Hep
ağlıyorum. Atmacalar kanatlarını kaç kez çırpar bir saniyede? Ben daha hızlı
ağlıyorum. Csi ekibi arkadaşlarım. Bitince televizyon izleme hakkım sona
erecek. Bitmesin. Yavaşlayın, yavaşla, yavaşlasın. Yıllardır, insansız bir
adada gözlerim bağlıymış ve birden suratımda bir tokat patlamış gibi... Bir
şarkı patlıyor. Gözlerim doluyor. Yer çekimi olmasa gözyaşlarımda boğulacağım. Annem
süt getiriyor. Belli etmiyorum. Dizi bitiyor. Süt hiçbir zaman uykumu
getirmiyor. Odama çıkıyorum. Derhal buluyorum şarkıyı. Kulağımda şarkı, kendimi
balkona atıyorum. Demirlere yaslanıp sigara yakıyorum. Ateş aydınlatıyor
geceyi, beni pencerede görüyorum. Çözümsüz bir cinayet işlemişim. İlk
sigaralarımın hemen-hepsini hatırlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder