21 Mar 2013

Fransa-'da


                Fransa’yla aramda hep bir mesafe oldu. Her konuda anlaşamadığım, ayda bir görüştüğüm arkadaşım misali. Yazılara neden hep aynı şekilde başlıyorum ki? Farklı bir şey yapamayacak kadar yorgunum şu an. Farkın farkını ayırt edecek durumda değilim. İnsan hayatla Mike Tyson gibi dövüşemiyor. Muhammad Ali olmalısınız: Bekle, bekle, gerekirse darbe al, bekle, dolaş, dolaş, uzaklaş, yüzünü koru, geri kaç, uzaklaşması için bir direkt çıkar, bekle, bekle, darbe al, darbe al, dolaş dolaş dolaş, bekle, bekle, çok bekle, yüzünü koru, vur, vur, vur, bitir.

                Bulutlar, atmosferin dışını görebilmemiz için küçük bir boşluk bırakmışlar. Gökyüzüne çok fazla bakınca içim daralıyor şimdi. Sanki bütün oksijen o çatlaktan geliyor. Yüzüme saldıran yağmur, gözlerime kaçan rüzgar ve sabah-akşamüstü haricindeki güneşi sevemedim hiç. Hava ölü taklidi yapsın… Her seferinde bokunu çıkaracak kadar uzatsın işi. Tokat atalım; “Lan lan! Komik değilsin!” Fakat göz kapakların hareket etmiyor. Uyuyor gibisin. Çok güzelsin. “İyi, suni teneffüse başlıyorum o zaman” Havayı boğulmaktan kurtarmalı. İlk yardım derslerindeki örneklere bakamadım ki hiç. Taşikardimi azdırdı çünkü. “Keşke baksaymışım” diyeceğimi biliyordum ve şimdi “keşke baksaydım” diyorum. Öngörüm olduğunda bile bir boka yaramıyor. İki kere aynı sıra-dışı sözcüğü kullandım. O pop şarkıları da öyle. Her tarafı günlük sözcüklerle dolu, lakin nakarat civarında bir aykırı. “14 Bahar” mesela. Hep bu örneği veririm. Kız BBG’de yarışıyordu. Çok dağılacak, satır başına geçir daktilonu, o “aklını başına topla” hareketini yap ya da şey, “5 kardeş geliyor.” “Biz daha birine bakamıyoruz doktor bey.” “Onu yaparken düşünecektiniz” “Biz yapmadık ki!”--- BÖLÜM SONU, yazılar akıyor, “Komodor Catering”--- akıyor akıyor, “Bak bak Hanım bizim şirket bu işte!”

 “Öpüşmek gibi olmalı” diye düşünüyorum. Filmlerde filan görmüştüm çünkü. Farkı ne acaba? Bunun farkını ayırt edemeyecek kadar yorgun değilim. Havaya suni teneffüs yapınca boğulur musun? Havaya bağlı. Sen boğulsan hava sana suni teneffüs yapmaz ama. Küstah!

Ne diyordum. Düzgün dur. Tamam. Bitti. Fransa. Yani yaşamam Fransa’da, istemem. Lakin arada bir görsem fena olmaz. Duvarımda bir resim vardı. Sonra yerine yaptığım resmi koydum. Dı’yı Fransa’da sokaktan, bizzat ressamından almıştık ve çok güzeldi. Bazen karşısında saatlerce duruyordum. Birçok resmin ve fotoğrafın karşısında saatlerce durabiliyorum. The Sims’teki o salak benim yani. Halıya yatıp 1.5 saat resme bakmıştım buraya taşındığımda.

Strazburg çok güzeldi. Geçen hayal ettim. Katedralin önünden aşağı doğru inip sağa sapınca, sağda kalan bir restoran var. Harika. Orada tuvalete girmedim. Oranın tuvaletini çok merak ettim. Bu yüzden hayal kurmuştum, şimdi hatırladım. O sokağın devamı nehre iniyor. Nehir güzel. Bazen kendisine benziyor, bazen Belçika’ya, bazen Amsterdam’a…

Fransa’yı Fransa yapan ara sokakları. Ara sokakların hepsi güzel. New York’ta ara sokak yok mesela. Sokak var. Ara sokak nedir? Yoğun olmayan, küçük, dar sokaklar bence. Uzun olabilir ama. Sevgilimle yıl-dönümümüzde görüşemedik. Sonra görüştük. Görüşemediğimizde bir sokak hayal ettim. Çizmem lazım.
Bir de anlatayım, bir bombeli sokak var, sokağın tam bombesinden itibaren bele kadar bir duvar, aşağıda sahil şeridi, şehir. Tam bu bombeden önce, beyaz bir ev var. Çatısı, panjurları kıpkırmızı. Bitiyoruz o eve. Sırf o ev yüzünden, evin yanındaki ufacık, sokak bile diyemeyeceğimiz, yan yana dört insan genişliğindeki yere giriyoruz. Ev bittiği an bizi aşağı inen merdivenler karşılıyor. Merdivenler epey uzun. Ardından bir sokak var, ufukta deniz var. Tabi apartmanlar… E burayı bulmuşken, Türkiye’ye götüreceğimiz şarabı açıyoruz. Oturuyoruz. Güneş açıyor, güneş batıyor, içiyoruz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder