Fransa’yla
aramda hep bir mesafe oldu. Her konuda anlaşamadığım, ayda bir görüştüğüm
arkadaşım misali. Yazılara neden hep aynı şekilde başlıyorum ki? Farklı bir şey
yapamayacak kadar yorgunum şu an. Farkın farkını ayırt edecek durumda değilim.
İnsan hayatla Mike Tyson gibi dövüşemiyor. Muhammad Ali olmalısınız: Bekle,
bekle, gerekirse darbe al, bekle, dolaş, dolaş, uzaklaş, yüzünü koru, geri kaç,
uzaklaşması için bir direkt çıkar, bekle, bekle, darbe al, darbe al, dolaş
dolaş dolaş, bekle, bekle, çok bekle, yüzünü koru, vur, vur, vur, bitir.
Bulutlar,
atmosferin dışını görebilmemiz için küçük bir boşluk bırakmışlar. Gökyüzüne çok
fazla bakınca içim daralıyor şimdi. Sanki bütün oksijen o çatlaktan geliyor.
Yüzüme saldıran yağmur, gözlerime kaçan rüzgar ve sabah-akşamüstü haricindeki
güneşi sevemedim hiç. Hava ölü taklidi yapsın… Her seferinde bokunu çıkaracak
kadar uzatsın işi. Tokat atalım; “Lan lan! Komik değilsin!” Fakat göz
kapakların hareket etmiyor. Uyuyor gibisin. Çok güzelsin. “İyi, suni teneffüse
başlıyorum o zaman” Havayı boğulmaktan kurtarmalı. İlk yardım derslerindeki
örneklere bakamadım ki hiç. Taşikardimi azdırdı çünkü. “Keşke baksaymışım”
diyeceğimi biliyordum ve şimdi “keşke baksaydım” diyorum. Öngörüm olduğunda
bile bir boka yaramıyor. İki kere aynı sıra-dışı sözcüğü kullandım. O pop
şarkıları da öyle. Her tarafı günlük sözcüklerle dolu, lakin nakarat civarında
bir aykırı. “14 Bahar” mesela. Hep bu örneği veririm. Kız BBG’de yarışıyordu.
Çok dağılacak, satır başına geçir daktilonu, o “aklını başına topla” hareketini
yap ya da şey, “5 kardeş geliyor.” “Biz daha birine bakamıyoruz doktor bey.”
“Onu yaparken düşünecektiniz” “Biz yapmadık ki!”--- BÖLÜM SONU, yazılar akıyor,
“Komodor Catering”--- akıyor akıyor, “Bak bak Hanım bizim şirket bu işte!”
“Öpüşmek gibi olmalı” diye düşünüyorum.
Filmlerde filan görmüştüm çünkü. Farkı ne acaba? Bunun farkını ayırt edemeyecek
kadar yorgun değilim. Havaya suni teneffüs yapınca boğulur musun? Havaya bağlı.
Sen boğulsan hava sana suni teneffüs yapmaz ama. Küstah!
Ne diyordum. Düzgün dur.
Tamam. Bitti. Fransa. Yani yaşamam Fransa’da, istemem. Lakin arada bir görsem
fena olmaz. Duvarımda bir resim vardı. Sonra yerine yaptığım resmi koydum. Dı’yı
Fransa’da sokaktan, bizzat ressamından almıştık ve çok güzeldi. Bazen
karşısında saatlerce duruyordum. Birçok resmin ve fotoğrafın karşısında
saatlerce durabiliyorum. The Sims’teki o salak benim yani. Halıya yatıp 1.5
saat resme bakmıştım buraya taşındığımda.
Strazburg çok güzeldi. Geçen
hayal ettim. Katedralin önünden aşağı doğru inip sağa sapınca, sağda kalan bir
restoran var. Harika. Orada tuvalete girmedim. Oranın tuvaletini çok merak
ettim. Bu yüzden hayal kurmuştum, şimdi hatırladım. O sokağın devamı nehre
iniyor. Nehir güzel. Bazen kendisine benziyor, bazen Belçika’ya, bazen
Amsterdam’a…
Fransa’yı Fransa yapan ara
sokakları. Ara sokakların hepsi güzel. New York’ta ara sokak yok mesela. Sokak
var. Ara sokak nedir? Yoğun olmayan, küçük, dar sokaklar bence. Uzun olabilir
ama. Sevgilimle yıl-dönümümüzde görüşemedik. Sonra görüştük. Görüşemediğimizde
bir sokak hayal ettim. Çizmem lazım.
Bir de anlatayım, bir bombeli
sokak var, sokağın tam bombesinden itibaren bele kadar bir duvar, aşağıda sahil
şeridi, şehir. Tam bu bombeden önce, beyaz bir ev var. Çatısı, panjurları
kıpkırmızı. Bitiyoruz o eve. Sırf o ev yüzünden, evin yanındaki ufacık, sokak
bile diyemeyeceğimiz, yan yana dört insan genişliğindeki yere giriyoruz. Ev
bittiği an bizi aşağı inen merdivenler karşılıyor. Merdivenler epey uzun.
Ardından bir sokak var, ufukta deniz var. Tabi apartmanlar… E burayı bulmuşken,
Türkiye’ye götüreceğimiz şarabı açıyoruz. Oturuyoruz. Güneş açıyor, güneş
batıyor, içiyoruz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder