Kâğıdı
doldurdum. Sınavdan çıktım. Emirgan’a gittim. Giderken İstanbul’u çok beğendim.
Yol bomboştu. Sahil şeridi. 30 kilometre filandı hızım. Denizi izledim. Her
taraftan. İstanbul’u beğendim, yok yere mutlu oldum. Bir bokluk vardı.
Emirgan’a
gittim. Kahvaltı için hiçbir şey seçemedim. 6-7 saat oturdum. 7 sayfa yazdım.
İlk dört sayfa elim bana yetişemedi. Sonra beğenilmedi yazdıklarım. Ne güzel. Saçmalamıyorum, tanışmıyoruz. Ondandır.
Yazdığım
karakter çok zayıf. Öyle mi? Evet. Sağlık sorunu yok, sapık değil, her gece
başka biriyle seks yapmıyor, hafızasını kaybetmedi… Ondandır.
Kovulmama
bir-iki hafta var. Fight Club gibi hayatım. Beklemediğim yerden yiyorum. Ama
beklediğim yerden de yiyorum.
Beğenilmezden
önce kitapçıya girdim. Tezer Özlü’nün peşini bıraktığım kitabını gördüm: Kalanlar.
Kitaplarında olmayan yazıtlarının derlemesi.
Bu
ülkenin en iyi yazarı sanırım. Sait Faik var… Sabahattin Ali var… Oğuz Atay
var… Nesnel davranmaya çalışıyorum. Öznel mi? En iyisi. Yaşamın Ucuna Yolculuk’u
okurken çektiğim acıyı salt gerçek hayatta çektim. Şiirleri demiyorum.
Bazen
kendime hatır sorarım. Bugün yanıtım “Şiir yazdım” idi. Biraz abartıyorum
sanırım. O kadar kötü olmak zor. Bunu sorgulayabildiğime göre o denli kötü
değilim.
Çok
yorgunum.
Kalanlar’dan
alıntı yapmak istiyorum birkaç tane, bitiriyorum. Niye alıntılıyorum onu da
bilmiyorum. Canım sıkıntı sınırı.
Neyse:
“Ceset kokmuş ettir. Güzel, peki peynir ne? Sütün
cesedi.”
“Günler koptu.”
“-ne kadar can sıkıcı-. mevsimler değişiyor. bunlar
vivaldi’nin dört mevsimleri gibi değil. Dinlendirici olamıyorlar hiç.”
“Artık giderek dünya insanları bana birer fabrika ürünü
gibi görünüyor. Tabii bu çok sert bir yargı. İnsanları tanımadan önce
kullanılabilecek bir yargı.”
“Bugünden sonra acıyı mutluluk olarak tanımlayacağım.”
“Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik
müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip
yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi
açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi
havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı
umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları.
Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyorum ama kavrayamıyorum.” ------- Burayı
okuduktan sonra çok heyecanlandım.
“Babam ölemiyor, çünkü yaşamaya başlamadı.”
“Varım, öyleyse düşünüyorum.”
Tam
kitap ve Tezer Özlü’ye dair okuyabileceğim (ilk kez) her şey bitecekken,
neredeyse son saniyede, kendi cümlemi gördüm:
“Gece, gündüzün devamı değildir.”
Bana
göz kırptı. Tezer. Yaşamımın Ucu.
Aslında
Yaşamın Ucuna Yolculuk ilk Almanca basılmış ve Almanca yazılmıştır. Kitabın
Almanya’da kullanılan ismini doğrudan tercüme ettiğinizde şununla karşılaşırsınız:
Bir İntiharın İzinde.
Bitirirken
Nilgün Marmara’nın tarifini paylaşayım, Tezer Özlü demişken diğer
teyzemi/ablamı/hasta bakıcımı unutmayayım. Arada, durduk yere aklıma gelir,
aynı üzülürüm:
niye izin
vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
'niye kimseler izin vermez yollarına
kuş konmasına?
'öyle güzelsin ki
kuş koysunlar yoluna'
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
'niye kimseler izin vermez yollarına
kuş konmasına?
'öyle güzelsin ki
kuş koysunlar yoluna'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder