20 Mar 2013

Yorgunluk ve Kalanlar

                Bugün çok yorgunum. Her taraftan. Her şeyden. Vücudum şu an beni kaldırmıyor. Kondisyonum bitti. Sabahın köründe uyandım ve şehir dışına yolculuk yapmıyorsam sabahın köründe uyanmayı sevmiyorum.

                Kâğıdı doldurdum. Sınavdan çıktım. Emirgan’a gittim. Giderken İstanbul’u çok beğendim. Yol bomboştu. Sahil şeridi. 30 kilometre filandı hızım. Denizi izledim. Her taraftan. İstanbul’u beğendim, yok yere mutlu oldum. Bir bokluk vardı.

                Emirgan’a gittim. Kahvaltı için hiçbir şey seçemedim. 6-7 saat oturdum. 7 sayfa yazdım. İlk dört sayfa elim bana yetişemedi. Sonra beğenilmedi yazdıklarım. Ne güzel. Saçmalamıyorum, tanışmıyoruz. Ondandır.

                Yazdığım karakter çok zayıf. Öyle mi? Evet. Sağlık sorunu yok, sapık değil, her gece başka biriyle seks yapmıyor, hafızasını kaybetmedi… Ondandır.

                Kovulmama bir-iki hafta var. Fight Club gibi hayatım. Beklemediğim yerden yiyorum. Ama beklediğim yerden de yiyorum.

                Beğenilmezden önce kitapçıya girdim. Tezer Özlü’nün peşini bıraktığım kitabını gördüm: Kalanlar. Kitaplarında olmayan yazıtlarının derlemesi.

                Bu ülkenin en iyi yazarı sanırım. Sait Faik var… Sabahattin Ali var… Oğuz Atay var… Nesnel davranmaya çalışıyorum. Öznel mi? En iyisi. Yaşamın Ucuna Yolculuk’u okurken çektiğim acıyı salt gerçek hayatta çektim. Şiirleri demiyorum.

                Bazen kendime hatır sorarım. Bugün yanıtım “Şiir yazdım” idi. Biraz abartıyorum sanırım. O kadar kötü olmak zor. Bunu sorgulayabildiğime göre o denli kötü değilim.

                Çok yorgunum.

                Kalanlar’dan alıntı yapmak istiyorum birkaç tane, bitiriyorum. Niye alıntılıyorum onu da bilmiyorum. Canım sıkıntı sınırı. Neyse:

“Ceset kokmuş ettir. Güzel, peki peynir ne? Sütün cesedi.”

“Günler koptu.”

“-ne kadar can sıkıcı-. mevsimler değişiyor. bunlar vivaldi’nin dört mevsimleri gibi değil. Dinlendirici olamıyorlar hiç.”

“Artık giderek dünya insanları bana birer fabrika ürünü gibi görünüyor. Tabii bu çok sert bir yargı. İnsanları tanımadan önce kullanılabilecek bir yargı.”

“Bugünden sonra acıyı mutluluk olarak tanımlayacağım.”

“Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyorum ama kavrayamıyorum.” ------- Burayı okuduktan sonra çok heyecanlandım.

“Babam ölemiyor, çünkü yaşamaya başlamadı.”

“Varım, öyleyse düşünüyorum.”

                Tam kitap ve Tezer Özlü’ye dair okuyabileceğim (ilk kez) her şey bitecekken, neredeyse son saniyede, kendi cümlemi gördüm:

“Gece, gündüzün devamı değildir.”

                Bana göz kırptı. Tezer. Yaşamımın Ucu.

                Aslında Yaşamın Ucuna Yolculuk ilk Almanca basılmış ve Almanca yazılmıştır. Kitabın Almanya’da kullanılan ismini doğrudan tercüme ettiğinizde şununla karşılaşırsınız: Bir İntiharın İzinde.

                Bitirirken Nilgün Marmara’nın tarifini paylaşayım, Tezer Özlü demişken diğer teyzemi/ablamı/hasta bakıcımı unutmayayım. Arada, durduk yere aklıma gelir, aynı üzülürüm:

niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
'niye kimseler izin vermez yollarına
kuş konmasına?
'öyle güzelsin ki
kuş koysunlar yoluna'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder